1 Ekim 2015 Perşembe

Güzel Olan Her Kız


Elinde tuttuğu ütünün çıkardığı buharlar arasında kaybolup, bulunduğu mekândan yavaş yavaş uzaklaşırken, dikiş makinelerinin çıkardığı sesler onu tekrar getirip götürüyordu. Arada bir önüne birkaç kumaş pantolon koyuyorlar o da pantolonların paçalarını ütüleyip geri gönderiyordu. Diğer çalışanlar ilk zamanlar çocuğun bu durgunluğuna anlam veremiyorlarken sonralarda alışmışlardı. Çocuk da daha rahat dalıp gitmişti alışılınca.
Önüne bir okul pantolonu daha geldi. Onunda paçalarına doğru yöneldi tam ütüyü basacakken pantolonun rengine dikkat etti, alıştığı renklerin çok dışındaydı, hoşuna gitti. Biraz seyretti pantolonu sonra paçalarını ütülemeye başladı. Pantolonun üstünden kalkan buhar her seferinde bunu giyecek insanın siluetini biraz daha oraya getiriyordu san ki, onu daha iyi görebilmek için buharı artırdı da artırdı. Kızın silueti belirdikçe çocuğun ve odadaki her şeyin üstünde ki sıkkınlık, bunaltı buharla beraber dalgalanıyor, bulanıklaşıyor ardından kayboluyordu. Artık buhar üstündeki pencereden dışarıya doğru, bir sigaranın dumanını andırarak, sızmaya başlamıştı.. Kızın yüzü de binlerce poz halinde dışarıya dağılıyordu. Ütü işi bitince pantolonu biraz daha seyredip kenara koydu. Pantolonu bırakmasıyla birlikte zaman durur gibi oldu ve her şeyin eski sıkıcılığı geri geldi. Bir süre sonra pantolonun sahibi geldi, pantolona doğru uzanınca yüzüne baktı, gerçekten oydu, buharın getirdiği kızın aynısıydı. Kız teşekkür edip çıktı.
Kız sokağa çıktığı gibi yüzündeki, yapmacık olmasına rağmen çok güzel olan, gülüş kayboldu. Yerini ciddiyetten çok hüzün ve sıkkınlık aldı. Biraz yürüdükten sonra sokaktan geçen her erkeğin ona doğru baktığını fark etti. İlk önce üstünde komik ya da dikkat çeken bir şey mi var diye kontrol etti ama hiçbir şey bulamadı. Sonra da bir takım başka şeyler düşündü ve eve doğru tedirgin adımlar attı.
Sabah olduğunda pantolonu denedi, aynada kendine bakarken sol bacağında yırtık olduğunu fark etti. Geri götürecekti ama dışarıda çok yağmur vardı, bir sonraki gün götürmeye karar verdi.
Buharlı ütü elinde o kızı düşünürken bir yandan da ziyarete gelen arkadaşının anlattığı şeyi dinliyordu. Bir kızdan bahsediyordu, kız çok güzeldi, çok ayrıydı… Derken kızın fotoğrafını gösterdi. Kız pantolonun sahibiydi. Bir şey demedi ama derinde yüzen bir kıskançlık belli etti kendini. Tam muhabbete devam ederken içeriye o kız girdi. Ütücü çocuk kıpkırmızı oldu, bir yandan kızın şikâyetini dinliyor, bir yandan da arkadaşının  elindeki fotoğrafa bakmaya çalışıyordu. Şüphesiz aynı kızdı fotoğraftakiyle.
Kız çıktıktan sonra dönüp arkadaşına “Olum gösterdiğin kız az önce gelen kız değil miydi?” diye sordu. Çocuk hayır anlamında başını salladı. Şaşırdı ama sesini çıkartmadı. Mesaisi bitince sokağa çıktı, evine doğru gidiyordu ama yolu uzatmıştı. Kızı ve fotoğrafı düşünüyordu. Derken önüne sanat sokağında yıllardır portre çizen Yüksel abinin yeri çıktı. Küçüklüğünden beri oradaki portreleri incelerdi. Yine baktı. Baktığı gibi de dondu kaldı. Bu o kızdı. Kız da illaki geçerdi buradan ve bunu görürdü ama göremeye de bilirdi. Resmi satın aldı. Sabah dükkâna götürdü.
Kız o sabah yeni pantolonu almaya gelecekti. Geldi de. Kıza hemen resmi gösterdi ve “bu siz değil misiniz?” dedi. Kız “evet benim, nerden buldunuz bunu?” diye sordu. Çocukta dünkü fotoğrafı, bu resmi anlattı. Kız şaşırdı. Dışarı çıktılar beraber etrafa bakınca fotoğrafçıların raflarında, reklam tabelalarında, sağda solda, her yerde kızın kendisi vardı. İkisi de şok oldu. Çocuk ne olduğunu anlamıştı.
Kızın siluetini getiren buhar tüm şehre dağılmış sonra yağmur olup yağmıştı. Az da olsa sevilen bütün kadınlar ona dönüşmeye başlamıştı. Her yerde ondan vardı. Bütün erkekler onun görüntüsüne aşıktı ama kimse bütün kızların birbirine ve hepsinin de güzel gülüşlü kıza benzediğinin farkında değildi, ütücü çocuk ve kız dışında.
Ütücü çocuk olanların hepsi yüzünden özür diledi. Kız ise hala bunun gerçek olabileceğine inanmıyordu. Ütücü çocuk kıza âşık olduğunu anlattı. Kız hiçbir şey söyleyemedi, hatta kızgındı. Günler günler boyunca çocuk kızın yanına gitti geldi, onunla olmak istediğini söyledi, şiirler şarkılar okudu ama nafile, hiçbir işe yaramadı.  Çocuğun umudu kırıldı. Başka bir kızla ilgilenmeye çalıştı, sonra fark etti ki güzel olan her kız ona benziyordu. O da bir kız buldu ve güzel gülüşlü kıza benzetti.
Herkesin ona benzemesiyle iyice insanlardan uzaklaşan güzel gülüşlü kız, ütücü çocuk da gidince yapayalnız kaldı. Ütücü çocuğu özlediğini fark etti. Onu bulmak istedi ama yanına gitse bile sokaktaki herhangi bir kız değil de kendisi olduğunu nasıl kanıtlayacağını bulamadı, vazgeçti. Şehirdeki yağmur hiç bitmedi, o da evden hiç çıkmadı. Yedinci gece de daha önce ağladığından da çok ağladı, o gece ütücü çocukta tamamen unuttu onu, her yerde o kadar çok güzel gülen kızdan vardı ki, sanki o pantolonu almaya gelen kız hiç yoktu, hiç olmamıştı. Tam bunları düşündüğü sırada güzel gülen kız buhar olup havaya karışmaya başladı. Elleri, ayakları, bacakları, gövdesi, boynu derken güzel gülüşüne kadar her şeyiyle buhar olup dağıldı. İşte o an yağmur kesildi, işte o esnada güzel gülen kızın silueti aynı mazgallara akan yağmur sularının kaldırımları terk edişi gibi güzel olan her kızı terk etti. Şehrin tüm erkekleri ağladı.
Asım Enes Eraydın

  

19 Eylül 2015 Cumartesi

yüzüne çöken akşamüstünün içerdiği ayrılık



daha görüşemeyiz dediğinde
çıkardığım bütün gühanların ağırlığı bindi üstüme
arkama bakamadım sen de bakmamışsındır diye

hep iyi bi kızdın öyle de kalacaksın
yasak meyveyi sadece bi elma sanacaksın

o kadar azdı ki günahlarını hassas teraziyle tartardı
o gün kızların elinde biskremler vardı
insanlar azaldı
sokaklar boşaldı
o gece ışıklar bize kadar yanardı
sonra zaten söndüler ya da eril kişi karardı

bir denizi yarsan ortadan
tutsan elimden beraber geçsek
takım ruhuyla beraber secdeler etsek
maç bitmeden gitmesen
doktor eve girse kredi çekmeden
omuzlarıma kendi ağırlığını koysan
başka yükler çekmesem

gökten taşlar da kafamıza yağardı
içlerinden yağmur seçmek senin üstüne kaldı
saçların ayrılıklar kadar vardı
sen dilek tut diye yıldızlar kayardı
dileklerin hep ayrılıklar kurardı

Uçaklar uçunca sen demeye başladım
boş vakitlerimde güzel günlerimi sayardım
sonra o günler bir uçağa biner
hep beraber giderler
geri gelmeyecekler
görmek istediğim yüzler beni görmeyecekler
daha da kötüsü sevgilim görmek istemeyecekler
o rus tarafından döşenmiş taşlı yol
boztepe ve aydınlıkevler
dolmuşları
turuncu sokak lambaları
sırtında çantan
çantanın içinde ekmek
ne iğrenç bi şey göz göze bakıp gülmemek
uçurumlara arabalar sürüldü
masum insanlar can verdi
bedenin bana iyilik etmek isteyen bi neferdi
oysa ben, beni sev de sarıl isterdim
bi yere gidilmek gerektiğinde
sen uçakla gitmeyi seçerdin
bense hep senle gitmeyi

Asım Enes Eraydın 










8 Eylül 2015 Salı

gözlerinin en az birinden dökülen damlalar



gözleriyle hüzünle kadına doğru baktığında
sadece bir kadın buldu
"kulp" gibi laflar söyleyecekti
nutku tutuldu
gökten üç elma düştüğünde 
iki kişi huzur doldu
üçüncü elmayı tutan kişi
yerçekimi kanununu ortaya koydu

işler karışınca sana sarılırsam
birbirine dolaşan kollar olur
ve yüzüme güldüğünde
işler çözülür sandım
o boş sokaktan bana baktığın sahne
yüzünden
filmi hep geri sardım
bir yola çıkarsın
yol altından akıp gider
beni de yok eder
arkana baktığında göremezsin
bi papatya bulsan saçında
göğe bakıp gülümsersin
işte sana böyle iletmiş olurum sevdiğimi
papatyaları ezme, çünkü çok güzelsin

kaldırım taşlarını sökün kalbimden
herkes geçmesin
her zaman güzel bir anne ismidir "esin"
tanıdığın tüm erkekler sana gül desin
tufan çıkar, herkes boğulur su üstünde kalırsan
"Eureka" dersin

şimdi hızla geçsin arabalar kırmızı ışıkta
çocuklar ezilir o taraftan bakınca
Gözlerinden süzülen yaşlar tufanlar çıkarsın
nuhlar gemilerine çocukları da alsın
sesler duyulmasın, dönüş dursun bi an
bana doğru bak hava kararsın
eğer ağlarsan saçlarını yanlara doğru tararsın
ağlamanı istemem ama insansın
seni seviyorum böyle denilir
fransızcalar batsın




5 Eylül 2015 Cumartesi

Ayıp Ediyorsun Güzelim, Ben Savaş Yanlısı Değilim

Yere döşenen taşlarımın hesabını kimler verecek merak ediyorum. Oluruna bırakınca zaten yıldızlar da kayıyor, insanlar bir dilek tutuyor ve umut ediyorlar. Çöplüklerde yaşayan insanları hatırlayınca şükrediyor, üzgün hissediyor ve sokağa düşüyorum. Bir sokak lambası misali geceleri parlarken, sabahları insanlar varlığımı bile hissetmiyor. Bu saatlerde bir filozof, sabahları ise uyuyan bir politikacı. İki taraf için de gereksiz ve bir o kadar da zenginim, hiç de öyle değil.

Sanmayın ki balon satıcıları gibi neşeliyimdir gerçek hayatta, siner bir köşeye gizlice seyrederim fark edilmeyen yaşantıları. Müzik sesleri yükselirken karanlığın içinden "Az temiz çal şu koyduğumun gitarını!" diye seslenen sanat katili de benim, özledin mi canım? Özlediysen kapıya üç kere hafifçe tıklat, evde yoksam kapıya bir not değil de rujunun izini bırak. Anlarım ben senin olduğunu, en yakın zamanda arar halini hatırını sorarım, insanlık ölmedi ya! Cinsel ve dürzü duygularımdan arındım, hedefim nirvana veya hacılık mertebesi değil bak yanlış anlama. Sadece seni cinsel obje olarak görmediğimi anla tatlım, kadınlar kutsaldır.

Üstünde "60 Km" yazan tabelalara benzetiyorum artık kendimi. Gidenlere tavsiye verirken öylece oturuyorum yerimde, bakarsan mutsuz da değilim. Güneşte yaşanan onca patlamaya biraz duyarlı ol sevgilim, ayıp ediyorsun gerçekten. Ümitsizlik falan da olmasın içinde, insanoğlu yakında uzayı da hissedecek! 

Savaşlar son bulmayacak, birkaç dönüm arazi için her daim çoğu insanın ölmesi gerek. Silah tutkunu olmasak da hep tek tabanca yaşamadık mı ikimiz de? Biliyorum, anlaşılması güç cümlelerim var. Dolapta da istersen dondurduğum börek var. Çözeriz buzlarını, yanına da iki çay demleriz. Vaktimiz ve uykumuz kalırsa üç beş dakika oynaşıp sevişiriz. Uykuya dalarken çıkarttığın garip seslere de aşık olurum ben. Yaşasın tam bağımsız, hürriyetine ve şerefine sahip çıkan, modern sosyalizm öncüsü ve güzel kadınlar! 

Aziziyi

28 Ağustos 2015 Cuma

Bir Çapkın Dilenci

Vaktiyle sokakları, kaldırımları, ışıkları, evleri, şehrin içinden geçip dışına giden nehri ile tablodan çıkmış gibi görünen bir şehir varmış. Bu şehrin insanları kültürlü ya da öyle görünmeye çalışan ve genel olarak zengin insanlarmış, bunların yanında bu zenginlikten faydalanmak için şehre gelmiş dilenciler de bulunurmuş. Günler zevkli geçer, kadınlar uzun elbiseler giyer, hoş şapkalar takarmış. Dünyanın kalan kısmındaki insanlar bu şehirde yaşamak isterlermiş, şehirdeki insanlar da bunun farkındalarmış ve o şehrin insanı oldukları için gurur duyar hatta şehir dışındayken zengin sınıfın bulunduğu ortamlarda o şehirden olduklarını sürekli belirtirlermiş.
Bunlar yanı sıra şehir de bir adam yaşarmış, adam şehrin bütün dakikliğine başkaldırarak ne zaman uyanırsa o zaman güne başlar, ne zaman uykusu gelirse o zaman yatarmış. Ne iş yaptığından kimse emin değilmiş, elleri göt cebinde başında bir şapka ve eskitme kıyafetlerle sokaklarda gezer, hatta bazı zamanlar bir şarkı tutturup dans ederek dolaşırmış. Hiç çekinmeden insanların sohbetlerine girermiş bu adam ve insanların kafasında ki “aylak, dilenci, cahil,…” sıfatlarının tam tersine her konu hakkında bir şeyler söyleyebilir, özellikle edebiyatla, resimle ve müzikle çok ilgilenirmiş. Kadınlar bu adama büyük ilgi duyar ve bu ilgiyi asla gizlemezlermiş, bunun farkında olan erkekler adamı çok kıskanır, hırsız olmakla, soylu gibi davranmamakla suçlar, dilenci, cahil gibi sıfatlar takarlarmış. Adam bunlara hiç aldırış etmezmiş. Güzel kadınlara zaafı varmış ve şehrin tüm kadınları güzelmiş.
Hüzünlü bir kadın da bu şehrin sokaklarında dolaşırmış, kadın şehirdeki kadınlardan kat kat daha güzelmiş fakat asla mutlu olamazmış. Bu çapkın dilenciyi bir gece koynuna almış. Sonra bu ziyaretlerin sayısı artmış, artmış. Kadın esrarengiz bir şekilde kendini mutlu hissedermiş bu adamın yanında. Bir süre sonra hep onunla olmak istemiş, fakat bu çapkın dilenci tabiatı gereği asla bir kadına bağlı kalamayan bir erkekmiş, şehirdeki tüm kadınlar gibi, bu hüzünlü ve güzel kadın da bunun farkındaymış ama bir türlü ondan uzak kalmayı başaramıyormuş. Bir zaman sonra adamın başka kadınlarla olmasından rahatsız olmaya başlamış, bunu o çapkın dilenciye açma kararı almış. Hissettiği şeylerden bahsetmiş, ondan ayrı kalamayacağından ve başka kadınlar sorunundan. Çapkın dilenci anlamış hüzünlü kadını, ona, bağlı kalmayı çok istediğini fakat beceremediğini söylemiş. Kadın bir çözüm olduğunu söyleyip adamın elinden tutup kaldırmış. Köprülerin üstünden, yolların kenarından, adamın bilmediği sokaklardan geçmişler, sonunda durmuş kadın, kapıyı çalmış. Yaşlı bir adam açmış kapıyı hüzünlü güzel kadını ve çapkın dilenciyi içeri almış. Kadın, dilencinin kalbindeki tek kadın olmak istediğini fakat dilencinin kalbinin çok geniş olduğunu anlatmış. Yaşlı adam sormuş dilenciye “Sen de bunu istiyor musun?”  diye. Evet demiş istiyorum. Yaşlı adam bir şeyler yapmış, sonunda kadın küçülmüş küçülmüş ve adamın vücuduna girecek kadar olmuş. Bir şekilde kalbine girmiş. Kadın konuşunca, dilenci iç sesi konuşur gibi hissediyor ve cevap veriyormuş. Böylece iletişim kurabiliyorlarmış. Fakat dilencinin kalbi gerçekten de çok büyükmüş.  Yaşlı adam kadına sabretmesini söylemiş. Kadın haftalarca beklemiş kalpte, çapkın dilenci gerçekten de başka bir kadınla hiç bir şekilde ilgilenemiyormuş. Kalpte yavaş yavaş küçülmeye başlamış, bir zaman sonra hüzünlü kadın dışında kimsenin sığamayacağı kadar daralmış.
İşte o vakit kadın klostrofobisi olduğunu öğrenmiş, dayanamamış adamın kalbini parçalamış dışarı çıkmış. Çapkın dilenciyi bir daha gören olmamış ama hayaletinin hala sokaklarda dans ettiğine ve kadınların evine girip çıktığına inananlar varmış.

Asım Enes Eraydın

7 Temmuz 2015 Salı

İntihara Meyilli Piyango Biletleri

Mavi bir duvar önünde iki beyaz masa... Küçük bir kafenin küçük terası... Küçük terasta sadece bir müşteri... Her gün buraya gidip geliyor olmasına rağmen çalışanların hiç biri onu tanımıyordu. Oturmuş çayını içiyor ve önünde ki kağıda bir şeyler yazmaktaydı. Kağıda şanssız biri olduğunu anlattığı bir şiir yazıyordu...

Tam o anda tok bir "şıp" sesi duyuldu. İlk önce ne olduğunu anlamamıştı ama bacağının tam yanında taze olduğu çok belli olan kuş pisliğini gördü, pantolonunu kontrol etti, sağ bacağının kenarında da çok az pislik vardı. Masanın üstünden peçete alıp pantolonunu temizlemeye başladı, bir yandan da şansına küfür ediyor, anlaşılmayan bir kaç şey daha söylüyordu.

Kalktı, kalkarken şiir yazdığı kağıdı aldı elinde buruşturup çöpe attı. Sokağa çıktı, eve doğru yürüyordu. Her zaman olduğu gibi ilk önce cebindeki parayı kontrol ettikten sonra sokaktaki çiftlere özlemle bakmaya başladı. Memleketinden uzakta, arkadaşsız ve sevgiye muhtaç bir şekilde üç yıldır yaşıyordu, git gide daha az konuşan, daha az hareket eden biri haline gelmişti. Yalnızlığı onu garip düşüncelerin içine sürüklemiş o da düşüncelere daldıkça daha çok yalnızlaşmıştı. Kalabalık sokaklardan geçip daha sakin sokaklara gelmiş ve evine yaklaşmış olduğunu fark edince daha dikkatli süzmeye başlamıştı etrafı. İki ya da üç haftadır sürekli bu sokaklarda gördüğü kızı görme umuduyla etrafı süzüyordu. Kız siyah saçlı, beyaz tenli neredeyse uzun denilebilecek boyda biriydi. Onu görmek çok hoşuna gidiyordu.

Evine geldiğinde kızı görememenin pişmanlığıyla kapıdan girdi. Soyundu yatağa uzandı. Hava yeni kararmaya başlamıştı ki bir anda dışarı çıkma isteği duydu. Hemen giyindi dışarı çıktı. Biraz yürüdükten sonra ana yola çıktı. Kırmızı ışıkta beklerken karşı tarafta bekleyen kadının sevdiği kıza çok benzediğini fark etti, kadını izlemeye başladığı sırada sabah duyduğu "şıp" sesine benzer bi ses duydu ama bu sefer daha tok ve daha yukarıdan geliyordu. Elini başının üstüne koydu eline yapış yapış bir şey değdi. Şansına söve söve yakındaki bakkala girdi ve ıslak mendil aldı. Küçük aynanın karşısında başını silerken, kasanın başında duran orta yaşlı adam, piyango bileti al kesin tutturursun diye takıldı. Ben öyle şeylere pek inanmam be amca piyango bize vurur mu saçma şeyler bunlar tarzı cümleleri art arda sıraladı. Adam bir kez daha piyango bileti al deyince sinirlendi. Adam çok inatçı olduğundan alt tarafı on, yirmi liralık bir bilet alacağından bahsetti. Bakkaldan çıktıktan sonra gidip piyango bileti aldı. Evine geçti.

Neden dışarı çıkmak istediğini hatırlamıyordu. Yatacağı sırada penceresinin dibinde bir kuş olduğunu fark etti. Pencereye doğru gitti, kuşu içeri aldı biraz sevdikten sonra camı açtı ve uçması için bıraktı. Kuş bir iki kanat çırptıktan sonra tekrar pencerenin dibine geldi. Yatağa uzandı, düşünceler arasında gidip gelmeye başlamıştı, bir süre sonra bu gidip gelmeler annesinin ayağında sallanarak uyutulan bebeklerin uykusunu getirmişti ona ve çok geçmeden uyuya kaldı.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra bileti kontrol etmek için piyango sonuçlarına baktı. Kazandığına inanıyordu. Sonuçları kontrol etti, gerçekten kazanmıştı. Ama bu kazanış hiçbir heyecan vermemişti ona, gitti parayı aldı ve kullanmadığı bir odaya yığdı. Pencerenin dibinde yine aynı kuşu gördü, aldı içeri sevdi yine aynı şekilde havaya doğru bıraktı, kuş bir kaç kanat çırpıştan sonra penceredeki yerine geri döndü. Aldırış etmedi, üstünü giyindi, dışarı çıktı. Bir yerlere oturup bir şeyler içmek istiyordu. Sokağın sonuna geldiğinde o sesi tekrar duydu, hemen elini başına götürdü, o ıslaklığı hissetti. Hemen bir mendil buldu kafasını sildi, eve geri dönmeye başlamışken gidip bir piyango bileti daha almak geldi aklına, eve döndüğünde böyle bir şey yaptığı için güldü kendi kendine, hatta kahkahalar atmaya başladı. Penceresinin dibinde bu kez üç, dört tane kuş olduğunu fark etti. Onu izliyorlardı, birden durdu yanlarına gitti. Yiyebilecekleri şeyler verdi, yediler, biraz sevdikten sonra gitmeleri için bir kaç el hamlesi yaptı ama uzaklaşsalar da geri dönüyorlardı. Kapattı pencereyi uyudu.

Bir kaç gün sonra piyangoyu tekrar kazandığını öğrendi, gitti parayı alıp odasına yığdı. Haftalar boyunca kuşların sayısı ve inatları artıyordu. O da sürekli piyango kazanıyor ama kendini suç işliyor gibi hissediyordu. Art arda 4 ya da 5 piyango tutturmuştu. Artık kuşların kafasına pislemesine aldırmıyor, sürekli elinde mendillerle dolaşıyor, kapalı mekanlarda oturmayı tercih ediyordu.

Kızın yaşadığı yeri bulmuştu, evine çok uzak değildi. Kıza hediyeler göndermiş ve bir kaç kere selamlaşma fırsatı yakalamıştı. En sonunda dışarıda oturup kahve ya da herhangi bir şey içmeyi teklif etmişti, hiç tahmin ettiği kadar zor olmamıştı bu, kız kabul etmişti. Ama korktuğu bir şey vardı, kafasının üstünde uçan bir kuş bulutuyla geziyordu.

Kızı sürekli oturduğu küçük teraslı kafeye götürmüştü. Hemen içeride güzel bir masaya yanaşmış kızın sandalyesini çekmişti. Kız sigara kullanıyorum, bir terası felan yok mu buranın diye sordu. Gerim gerim gerilerek kızı terasa çıkardı... Her şeyin başladığı yere gelmişti.

Mavi bir duvar önünde iki beyaz masa... Küçük bir kafenin küçük terası... Küçük terasta sadece iki müşteri...

Kız istediği şeyi garsona hemen söylemişti. O da kızın istediği şeyden istemiş ve beklemeye koyulmuştu derken art arda "şıp" sesleri duyulmaya başladı, yüzünde ümitsizliğin göstergesi bir surat ifadesi vardı. Kız iğrenip masadan kalktı, gitti. O'ysa hiçbir şey yapamadı. Eve gitti. Pencerenin dibindeki kuşlara bağırdı, şansına küfürler etti. Yatağa uzandı. Kuşlar gagalarıyla cama vursa da hiç duymamış gibi davrandı, günler günler boyunca hiç birini ne sevdi, ne onlara yemek verdi. Evden de çıktığı yoktu. Aradan dört, beş gün geçtikten sonra penceresinde hiç kuş olmadığını fark etti. Bir yandan mutlu olmuş bir yandan da ne olduğunu merak etmişti.

Boş durmaktan sıkılmış, haberlere bakmaya karar vermişti. Onlarca farklı gazeteye baktı, hepsinin manşeti aynıydı. Şehre gökten kuş yağmıştı, sokağa attı kendini cidden heryer ölü kuşlarla doluydu, hepsi intihat etmişti.

Asım Enes Eraydın


Serzenişler 3

Akşam oldu,ay yerinde,yıldızlar yerinde,karanlık yerinde, kültabağında sigara izmariti...Herşey nerede olmasını gerektiğini biliyor sanki. Hiçbirinin kafası karışık değil. Şu an oturduğum göt kadar odada etrafıma bakıyorum da aslında nerede olması gerektiğini bir türlü bilemeyen bir tek benim gibi geliyor. Annemin karnından hiç çıkmamalıymışım ben. Doğduğum günden beri gözüm hep karanlıkta. Gün ışığına tahammül edemiyorum. İnsan sesine de. Kafka bir kitabında şöyle bir laf etmişti 'Ne şanslıdır şu sağırlar, duyamamak bir özür değil olsa olsa lütfudur Tanrı'nın'. Öyle  be Kafka öyle, aynen öyle..


6 Temmuz 2015 Pazartesi

Serzenişler 2

Sen ne yaparsan yap sabah olur. Beş bilmem kaç sikim milyar yaşında dünya. Bak bakalım geriye, kaç kere doğmamış güneş?

Çok içtiğin, kafanın durdurma kolu bozulmuş atlıkarınca gibi döndüğü ve bokuna kadar kustuğun geceleri düşün. Şey dediğin hani 'Ulan bir daha böyle içersem siksinler beni!.' Ee bak bakalım kaç gece daha deliresiye içtin, içmeye tövbe ettiğin gecelerin üstüne.

Bazen,bazen dersin, bazen bazı şeyler yolunda gitse keşke. Bazen iyiki bu şarkılar var dersin. Ve sessizce akan göz yaşlarını gömleğinin koluyla silerek mırıldanırsın. 'Olsun lan, ne kaldı ki şurada sabaha..'


28 Haziran 2015 Pazar

10 Dakika

On dakikadır kafamda uçsuz bucaksız bir yeşil
Ve kesileceğinden habersiz yeşilliklere gömülüp
Sakin sakin otlayan bir kuzunun huzuru
Hayat ne tuhaf tanrım nelere özeniyor insan
Az önce oturup saydım tam altı yerim ağrıyor
Gazı kaçmış kutu kola gibi
Aptallığın sınırı yok nelere benzetiyor kendini insan
Kahvelere girip çıktım parkların etrafından dolaştım
Gülümser gibi oldum bir ara her şeye yeniden başladım
On dakika...

On dakika geçti sonra kafamın içi komple gri
Ateşe verdim kuzuyu otları ve kahveleri
Bir çokken bir hiç aslında her şey nasıl da karışık
Bir daha kontrol ettim ağrılar yerinde duruyor
Ben yerimde duruyorum hep o hep yerinde duruyor
Parkları boş verdim tamam kahveleri boş verdim
Bir cevap versem kendime bütün ağrılarım geçecek
Burada veya orada emin olsam kendimden
10 Dakika...


26 Haziran 2015 Cuma

4:30 pazar

Gündüz çekilen acıları ertelemek kolay gibidir. Akıp giden hayata ve insanlara sadece bakarak bile biraz olsun oyalanmak mümkündür. Akşam kendi telaşıyla geldiği için başka şeylerle uğraşmaktan kendine pek zaman bulamayabilirsin. Gecenin hüznü de kendisiyle müsemma, biraz romantik ve hafif buruk bir hüzündür. Peki ya sabaha karşı pazar günleri... Beş gibi...

Köpeklerin bile çoktan uyuduğu bir parkta, sabaha karşı beş gibi, iki gündür açsan ve yedinci birayı da bitirmişsen temel bir aydınlanma anı yaşıyorsun. Öyle ışıklı, uhrevi, rahatlatan bir aydınlanma değil ama; gerçeği tokat gibi suratına çarpan, içinde bolca acı ve nefret olan lanet bir aydınlanma. Dünyanızdan ve çoğunuzdan bu kadar tiksiniyorken neden ısrarla aranıza karışmak için çabalıyorum dedirten türden bir aydınlanma...

O sıra imam yetişiyor imdada. Tanrı affetsin ama en çok uykusuz ve yarı sarhoşken yakın olduğunu hissediyorsun ona. Sonra açık seçik serserilik düşünürken, sonra aptal bir gülümseme yerleşiyor dudaklarına. Olsun diyorsun biliyorum beni seviyor. Ailem dışında belki de dünyada bir tek kişi beni seviyor. O an, onun nerede ne yaptığını bilmiyor da olsan, sana kırgın olduğunu da bilsen bu his seni biraz olsun rahatlatıyor. O da beni seviyor... Sadece bu bile bu rezil hayata katlanmaya değer... Tanrım beni seviyormusun? Saat 4:30, hava aydınlandı, 4:30 pazar.


25 Haziran 2015 Perşembe

Serzenişler

Göğün altındayız hepimiz ne kadar rezil olabiliriz
En masumumuz bir kaç kere babasını
öldürmek istemişken
Özür dilenen dileyeni affetmese de anlasın
Hatta anlasın sadece gerekirse affetmesin
Göğün altındayız hepimiz kıçımız ne kadar kalkabilir
Birazcık kafası karışan kafasını göğe kaldırsın
Gök her şeyi örterken ne kadar rezil olabiliriz?


21 Haziran 2015 Pazar

Öğlen ayartması

üstü çizik çocuklar her taraftalar
[kapanmaz çocuklarda yağmurun açtığı yaralar]*
bigün okunmaz yazım
çaylar benden birader ama şu kara tahtaya bir söz de siz yazın
/kanvas pantolon mahirin bıyığı parkası pismiş
bi kız bilirdim kara sevdalı fakat kızın sevdiği komünistmiş
bi gazete binası önünde kimi vursalar habis
bi gazete binası önünde kimi tutsalar hapis
kavga doyurabilmek tokları, değil açları
ama biz bigün söyliyeceğiz bildiğimiz bütün marşları
/tarihten çıktılar işte! ölümler yürüyor susalım
sizlere cevap veremez devrimci pratikler kardeşim susalım
üretime katılmaz kimi pek de bilir ama şık kadehler tutarlarmış
iktidarın sapından öpenler kaliteli et yerler ve yerlere asla tükürmezler/yutarlarmış

*ismet özel


20 Haziran 2015 Cumartesi

Ya Sen Hangi Soyutluğa Aşıksın Sevgilim?

İnsanlar günümüzde varlığa, gerçeğe aşık olamıyorlar; belki de ortada aşık olacak bir hakikat kalmadı. Güneşe buluta, yağmura kara, kurda kuşa, ağaca yosuna, böceğe börtüye, çoluğa çocuğa, ananeye dedeye, anaya babaya, insana hayvana aşkın bittiği bir dönemde, içimizde sürekli çağlayan aşk hangi soyutluklara akacak?

Aşk; kol saatlerine, deri ceketlere, topuklu ayakkabılara, çantalara, kot pantolonlara, otomobillere akacak. Aşk; çekici bakışlara, dalgalı saçlara, tatlı gülümsemelere, beyaz dişlere, pürüzsüz ciltlere, sarı saçlara, sakal tıraşlarına akacak. Aşk; koltuk takımlarına, banyo seramiklerine, halılara, mutfak eşyalarına akacak. Aşk; cafelere, barlara, galerilere, binalara akacak. Aşk; boğaza, İstanbul’a, Paris’e, Roma’ya akacak. Aşk; renklere, tasarıma, fotoğraflara, görsellere, filmlere, dizilere, dizi karakterlerine akacak. Aşk; cümlelere, kitaplara, dergilere akacak.

Aşk; yeni bir yerlere gitmeye, yeni insanlarla tanışmaya, yeni bir hayat kurmaya akacak. Aşk; uzaktakilere, çingenelere, amazondaki bilmem ne kabilesine, kızılderililere akacak. Aşk; bir kavram ve bir ideal olarak doğaya akacak. Aşk; bir kavram ve bir ideal olarak ‘sevgililiğe’ akacak.

“İsteklerim artık tümüyle kişisel. Yapmak istediğim tek şey aşık olmak.”


19 Haziran 2015 Cuma

Dilek sigarası



Sigaraya başlayalı uzun yıllar oldu. sürekli içmemem gerektiğini, bırakmam gerektiğini düşündüren nedenlerim. Bırakamadım. her sigarayı yaktıran bir sebep oldu, her dumanda farklı bir anlam kazandı belkide. Her paketten bir sigarayı ters çevirir dilek sigarası yaparım. Alışkanlıktır başladığımdan beri. Yine bir dilek sigarası daha elimdeydi. İdman çıkışı son sigarama farklı anlamlar yüklemiştim. Dileğimi diledim. Usulca bir köşede sigaramı yaktım. ilk dumanı çekemeden bir yağmur damlası düştü üstüne. söndü. dileğimden vazgeçtim. zaten hiçbir zaman gerçek olmayacağını biliyordum. Sigarayı attım ve yoluma kapşonumu kapatıp devam ettim. Dilek sigarası da sahteydi. Senin gibi. Ne sen gerçek olacaktın nede dileklerim.


16 Haziran 2015 Salı

Yes, it was my way.

Boğazım ağrıyor. 
Sanırım benden beklenmeyecek bir performans sergiledim. 
Ne kadar çok konuştum ve o kadar çok sigara içtim.
Biraz alkol aldım.
 Bu rahatlatıcı bir durum. 
Rahatlamak aslında kolay, tuvalet bunun için var. 
İşemeyi seviyorum. 
Orda burda, ne olduğu, ne de olabildiği şekilde, hece düşmesi gibi sanki, bir anlamı olması gerekirmiş gibi. Tanımadığın bir kızın şiirleri, herhangi birinin bir şeylere tepkisi, o,bu, şu. Bunların boşluğu. Sağlam bir yazı. Elli kuruşluk mesela, bir hiç’e yar olmayan, sana kalan, ne bok olduğu belli olmayan. Çavuş’un azmine benzer, kızın dileklerine. Boşa harcanmış çabaya, kitabın saçma,  kalın, uzun yapraklarına. 
Ceo gibi mesela.
 Anlatımlara, ona, buna ve herhangi bir şeye, yerin sahip olduklarına, sabahın kızıllığında. Onu dinlerken olmaya, içerken anlamaya, farkındalığa, ölümün büyüsüne, güzel bir kızın gözlerine, saçmalıklarına, kısır döngü bir taksiciye ve ayrıca,  ona, buna ve en nihayetinde şuna, ne söylenebileceğini anladığım zaman, bunu kavradığımda. 
O kadının yeni filizlenmiş saf ve sert suratına, belki bir çift laf edebileceğim.
 Bu mümkün. Yes, it was my way.

köpekler her zaman en şanslı olanlardı...

Önemsizdi,  kırılgandı,  düşmüştü.
Soğuktu.
Belki de üşüyordu.
Muhteşem bir arabaydı belki, belki hiç.
Hızlıca kapısını açtı adi herif ve hızlıca çıktı kız dışarı.
O duruyordu, istemsizce bakıyordu.
Bir bulut yükseldi sanki aniden göğe, ne zaman inmişti acaba üstüne?
Öylece baktı  kıza bir zaman ve gitti.
Sevgilisiydi arabadan inen ve daha bir hafta olmuştu ayrılalı, Trabzondu, soğuk ve sessizdi.
Haziranda tatlıydı aslında ama çok zaman kasvetliydi ve köpekler her zaman en şanslı olanlardı…

Belki

Belki bir bütün değildi hiçbir şey, belki erkekler gerçekten ağlamazdı.
Küçük bir çantaydı belki, bilinmez...
İçinde hiçbir umut yoktu belki, belki sımsıkı tuttuğu şey bir saçmalıktı.
Belki siyah ve çelimsizdi.
Soğuktu belki, belki değildi, fersahlarca uzaktı belki kimbilir?
Yazması gerekiyordu belki, belki yazardı, belki saçma, belki aslolandı, belki seviyordu...
Belki duraksamak güzeldi  bazen, yutkunmak belki, yemin etmek güzeldi., belki son olmak...
Belki sevmek güzeldi bazen, belki nedensiz...
Belki parçalanmak gerekiyordu.
Belki durmak,
Belki duruyordu öylece, belki uzaktı.
Belki de korkmuştu, korkmak kolay,
Belki susması gerekiyordu.
Belki, belki sustu...

Bilme...

Hani hiçbir şey yazamazdım, söyleyemezdim ve hatta konuşamazdım bile
Bak işte görüyorsun her şeyi yapabiliyorum. 
Gözlerimi kapattığımda uçtuğumu, 
Uykuya daldığımda, sular altında kalmış tren yollarında yüzdüğümü görebiliyorum.
Geceleri ufka dalıp dakikalarca en sevdiğim şarkıyı dinleyebiliyorum.
Vücudumu titreten rüzgara karşı; 
Kollarımı arkaya sarkıtıyorum,
Başımı havaya kaldırıyorum, gözlerimi kapatıyorum.
Ve doğanın sesine aldırmadan seni düşünebiliyorum...
Tabi bunda doğanın da yardımı olmuyor değil, dolunaydan sızan ışık pırıltısı gözlerimi aydınlatmasaydı  eğer, yıldızların eşşsiz görüntüsü kalbimi kıpırdatmasaydı, ve birde vücudumu titreten rüzgar kulağımla oynamasaydı
Seni düşünebilir miydim bilmiyorum,
Bilmiyorum dinleyebilir miydim şarkımı,
Bilmiyorum, bilmiyorum kapayabilir miydim gözlerimi....

Sen de bilme...