Mavi bir duvar önünde iki beyaz
masa... Küçük bir kafenin küçük terası... Küçük terasta
sadece bir müşteri... Her gün buraya gidip geliyor olmasına
rağmen çalışanların hiç biri onu tanımıyordu. Oturmuş çayını
içiyor ve önünde ki kağıda bir şeyler yazmaktaydı. Kağıda
şanssız biri olduğunu anlattığı bir şiir yazıyordu...
Tam o anda tok bir "şıp"
sesi duyuldu. İlk önce ne olduğunu anlamamıştı ama bacağının
tam yanında taze olduğu çok belli olan kuş pisliğini gördü,
pantolonunu kontrol etti, sağ bacağının kenarında da çok az
pislik vardı. Masanın üstünden peçete alıp pantolonunu
temizlemeye başladı, bir yandan da şansına küfür ediyor,
anlaşılmayan bir kaç şey daha söylüyordu.
Kalktı, kalkarken şiir yazdığı
kağıdı aldı elinde buruşturup çöpe attı. Sokağa çıktı,
eve doğru yürüyordu. Her zaman olduğu gibi ilk önce cebindeki
parayı kontrol ettikten sonra sokaktaki çiftlere özlemle bakmaya
başladı. Memleketinden uzakta, arkadaşsız ve sevgiye muhtaç bir
şekilde üç yıldır yaşıyordu, git gide daha az konuşan, daha
az hareket eden biri haline gelmişti. Yalnızlığı onu garip
düşüncelerin içine sürüklemiş o da düşüncelere daldıkça
daha çok yalnızlaşmıştı. Kalabalık sokaklardan geçip daha
sakin sokaklara gelmiş ve evine yaklaşmış olduğunu fark edince
daha dikkatli süzmeye başlamıştı etrafı. İki ya da üç
haftadır sürekli bu sokaklarda gördüğü kızı görme umuduyla
etrafı süzüyordu. Kız siyah saçlı, beyaz tenli neredeyse uzun
denilebilecek boyda biriydi. Onu görmek çok hoşuna gidiyordu.
Evine geldiğinde kızı görememenin
pişmanlığıyla kapıdan girdi. Soyundu yatağa uzandı. Hava yeni
kararmaya başlamıştı ki bir anda dışarı çıkma isteği duydu.
Hemen giyindi dışarı çıktı. Biraz yürüdükten sonra ana yola
çıktı. Kırmızı ışıkta beklerken karşı tarafta bekleyen
kadının sevdiği kıza çok benzediğini fark etti, kadını
izlemeye başladığı sırada sabah duyduğu "şıp"
sesine benzer bi ses duydu ama bu sefer daha tok ve daha yukarıdan
geliyordu. Elini başının üstüne koydu eline yapış yapış bir
şey değdi. Şansına söve söve yakındaki bakkala girdi ve ıslak
mendil aldı. Küçük aynanın karşısında başını silerken,
kasanın başında duran orta yaşlı adam, piyango bileti al kesin
tutturursun diye takıldı. Ben öyle şeylere pek inanmam be amca
piyango bize vurur mu saçma şeyler bunlar tarzı cümleleri art
arda sıraladı. Adam bir kez daha piyango bileti al deyince
sinirlendi. Adam çok inatçı olduğundan alt tarafı on, yirmi
liralık bir bilet alacağından bahsetti. Bakkaldan çıktıktan
sonra gidip piyango bileti aldı. Evine geçti.
Neden dışarı çıkmak istediğini
hatırlamıyordu. Yatacağı sırada penceresinin dibinde bir kuş
olduğunu fark etti. Pencereye doğru gitti, kuşu içeri aldı biraz
sevdikten sonra camı açtı ve uçması için bıraktı. Kuş bir
iki kanat çırptıktan sonra tekrar pencerenin dibine geldi. Yatağa
uzandı, düşünceler arasında gidip gelmeye başlamıştı, bir
süre sonra bu gidip gelmeler annesinin ayağında sallanarak
uyutulan bebeklerin uykusunu getirmişti ona ve çok geçmeden uyuya
kaldı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra
bileti kontrol etmek için piyango sonuçlarına baktı. Kazandığına
inanıyordu. Sonuçları kontrol etti, gerçekten kazanmıştı. Ama
bu kazanış hiçbir heyecan vermemişti ona, gitti parayı aldı ve
kullanmadığı bir odaya yığdı. Pencerenin dibinde yine aynı
kuşu gördü, aldı içeri sevdi yine aynı şekilde havaya doğru
bıraktı, kuş bir kaç kanat çırpıştan sonra penceredeki yerine
geri döndü. Aldırış etmedi, üstünü giyindi, dışarı çıktı.
Bir yerlere oturup bir şeyler içmek istiyordu. Sokağın sonuna
geldiğinde o sesi tekrar duydu, hemen elini başına götürdü, o
ıslaklığı hissetti. Hemen bir mendil buldu kafasını sildi, eve
geri dönmeye başlamışken gidip bir piyango bileti daha almak
geldi aklına, eve döndüğünde böyle bir şey yaptığı için
güldü kendi kendine, hatta kahkahalar atmaya başladı.
Penceresinin dibinde bu kez üç, dört tane kuş olduğunu fark
etti. Onu izliyorlardı, birden durdu yanlarına gitti.
Yiyebilecekleri şeyler verdi, yediler, biraz sevdikten sonra
gitmeleri için bir kaç el hamlesi yaptı ama uzaklaşsalar da geri
dönüyorlardı. Kapattı pencereyi uyudu.
Bir kaç gün sonra piyangoyu tekrar
kazandığını öğrendi, gitti parayı alıp odasına yığdı.
Haftalar boyunca kuşların sayısı ve inatları artıyordu. O da
sürekli piyango kazanıyor ama kendini suç işliyor gibi
hissediyordu. Art arda 4 ya da 5 piyango tutturmuştu. Artık
kuşların kafasına pislemesine aldırmıyor, sürekli elinde
mendillerle dolaşıyor, kapalı mekanlarda oturmayı tercih
ediyordu.
Kızın yaşadığı yeri bulmuştu,
evine çok uzak değildi. Kıza hediyeler göndermiş ve bir kaç
kere selamlaşma fırsatı yakalamıştı. En sonunda dışarıda
oturup kahve ya da herhangi bir şey içmeyi teklif etmişti, hiç
tahmin ettiği kadar zor olmamıştı bu, kız kabul etmişti. Ama
korktuğu bir şey vardı, kafasının üstünde uçan bir kuş
bulutuyla geziyordu.
Kızı sürekli oturduğu küçük
teraslı kafeye götürmüştü. Hemen içeride güzel bir masaya
yanaşmış kızın sandalyesini çekmişti. Kız sigara
kullanıyorum, bir terası felan yok mu buranın diye sordu. Gerim
gerim gerilerek kızı terasa çıkardı... Her şeyin başladığı
yere gelmişti.
Mavi bir duvar önünde iki beyaz
masa... Küçük bir kafenin küçük terası... Küçük terasta
sadece iki müşteri...
Kız istediği şeyi garsona hemen
söylemişti. O da kızın istediği şeyden istemiş ve beklemeye
koyulmuştu derken art arda "şıp" sesleri duyulmaya
başladı, yüzünde ümitsizliğin göstergesi bir surat ifadesi
vardı. Kız iğrenip masadan kalktı, gitti. O'ysa hiçbir şey
yapamadı. Eve gitti. Pencerenin dibindeki kuşlara bağırdı,
şansına küfürler etti. Yatağa uzandı. Kuşlar gagalarıyla cama
vursa da hiç duymamış gibi davrandı, günler günler boyunca hiç
birini ne sevdi, ne onlara yemek verdi. Evden de çıktığı yoktu.
Aradan dört, beş gün geçtikten sonra penceresinde hiç kuş
olmadığını fark etti. Bir yandan mutlu olmuş bir yandan da ne
olduğunu merak etmişti.
Boş durmaktan sıkılmış, haberlere
bakmaya karar vermişti. Onlarca farklı gazeteye baktı, hepsinin
manşeti aynıydı. Şehre gökten kuş yağmıştı, sokağa attı
kendini cidden heryer ölü kuşlarla doluydu, hepsi intihat etmişti.
Asım Enes Eraydın