28 Haziran 2015 Pazar

10 Dakika

On dakikadır kafamda uçsuz bucaksız bir yeşil
Ve kesileceğinden habersiz yeşilliklere gömülüp
Sakin sakin otlayan bir kuzunun huzuru
Hayat ne tuhaf tanrım nelere özeniyor insan
Az önce oturup saydım tam altı yerim ağrıyor
Gazı kaçmış kutu kola gibi
Aptallığın sınırı yok nelere benzetiyor kendini insan
Kahvelere girip çıktım parkların etrafından dolaştım
Gülümser gibi oldum bir ara her şeye yeniden başladım
On dakika...

On dakika geçti sonra kafamın içi komple gri
Ateşe verdim kuzuyu otları ve kahveleri
Bir çokken bir hiç aslında her şey nasıl da karışık
Bir daha kontrol ettim ağrılar yerinde duruyor
Ben yerimde duruyorum hep o hep yerinde duruyor
Parkları boş verdim tamam kahveleri boş verdim
Bir cevap versem kendime bütün ağrılarım geçecek
Burada veya orada emin olsam kendimden
10 Dakika...


26 Haziran 2015 Cuma

4:30 pazar

Gündüz çekilen acıları ertelemek kolay gibidir. Akıp giden hayata ve insanlara sadece bakarak bile biraz olsun oyalanmak mümkündür. Akşam kendi telaşıyla geldiği için başka şeylerle uğraşmaktan kendine pek zaman bulamayabilirsin. Gecenin hüznü de kendisiyle müsemma, biraz romantik ve hafif buruk bir hüzündür. Peki ya sabaha karşı pazar günleri... Beş gibi...

Köpeklerin bile çoktan uyuduğu bir parkta, sabaha karşı beş gibi, iki gündür açsan ve yedinci birayı da bitirmişsen temel bir aydınlanma anı yaşıyorsun. Öyle ışıklı, uhrevi, rahatlatan bir aydınlanma değil ama; gerçeği tokat gibi suratına çarpan, içinde bolca acı ve nefret olan lanet bir aydınlanma. Dünyanızdan ve çoğunuzdan bu kadar tiksiniyorken neden ısrarla aranıza karışmak için çabalıyorum dedirten türden bir aydınlanma...

O sıra imam yetişiyor imdada. Tanrı affetsin ama en çok uykusuz ve yarı sarhoşken yakın olduğunu hissediyorsun ona. Sonra açık seçik serserilik düşünürken, sonra aptal bir gülümseme yerleşiyor dudaklarına. Olsun diyorsun biliyorum beni seviyor. Ailem dışında belki de dünyada bir tek kişi beni seviyor. O an, onun nerede ne yaptığını bilmiyor da olsan, sana kırgın olduğunu da bilsen bu his seni biraz olsun rahatlatıyor. O da beni seviyor... Sadece bu bile bu rezil hayata katlanmaya değer... Tanrım beni seviyormusun? Saat 4:30, hava aydınlandı, 4:30 pazar.


25 Haziran 2015 Perşembe

Serzenişler

Göğün altındayız hepimiz ne kadar rezil olabiliriz
En masumumuz bir kaç kere babasını
öldürmek istemişken
Özür dilenen dileyeni affetmese de anlasın
Hatta anlasın sadece gerekirse affetmesin
Göğün altındayız hepimiz kıçımız ne kadar kalkabilir
Birazcık kafası karışan kafasını göğe kaldırsın
Gök her şeyi örterken ne kadar rezil olabiliriz?


21 Haziran 2015 Pazar

Öğlen ayartması

üstü çizik çocuklar her taraftalar
[kapanmaz çocuklarda yağmurun açtığı yaralar]*
bigün okunmaz yazım
çaylar benden birader ama şu kara tahtaya bir söz de siz yazın
/kanvas pantolon mahirin bıyığı parkası pismiş
bi kız bilirdim kara sevdalı fakat kızın sevdiği komünistmiş
bi gazete binası önünde kimi vursalar habis
bi gazete binası önünde kimi tutsalar hapis
kavga doyurabilmek tokları, değil açları
ama biz bigün söyliyeceğiz bildiğimiz bütün marşları
/tarihten çıktılar işte! ölümler yürüyor susalım
sizlere cevap veremez devrimci pratikler kardeşim susalım
üretime katılmaz kimi pek de bilir ama şık kadehler tutarlarmış
iktidarın sapından öpenler kaliteli et yerler ve yerlere asla tükürmezler/yutarlarmış

*ismet özel


20 Haziran 2015 Cumartesi

Ya Sen Hangi Soyutluğa Aşıksın Sevgilim?

İnsanlar günümüzde varlığa, gerçeğe aşık olamıyorlar; belki de ortada aşık olacak bir hakikat kalmadı. Güneşe buluta, yağmura kara, kurda kuşa, ağaca yosuna, böceğe börtüye, çoluğa çocuğa, ananeye dedeye, anaya babaya, insana hayvana aşkın bittiği bir dönemde, içimizde sürekli çağlayan aşk hangi soyutluklara akacak?

Aşk; kol saatlerine, deri ceketlere, topuklu ayakkabılara, çantalara, kot pantolonlara, otomobillere akacak. Aşk; çekici bakışlara, dalgalı saçlara, tatlı gülümsemelere, beyaz dişlere, pürüzsüz ciltlere, sarı saçlara, sakal tıraşlarına akacak. Aşk; koltuk takımlarına, banyo seramiklerine, halılara, mutfak eşyalarına akacak. Aşk; cafelere, barlara, galerilere, binalara akacak. Aşk; boğaza, İstanbul’a, Paris’e, Roma’ya akacak. Aşk; renklere, tasarıma, fotoğraflara, görsellere, filmlere, dizilere, dizi karakterlerine akacak. Aşk; cümlelere, kitaplara, dergilere akacak.

Aşk; yeni bir yerlere gitmeye, yeni insanlarla tanışmaya, yeni bir hayat kurmaya akacak. Aşk; uzaktakilere, çingenelere, amazondaki bilmem ne kabilesine, kızılderililere akacak. Aşk; bir kavram ve bir ideal olarak doğaya akacak. Aşk; bir kavram ve bir ideal olarak ‘sevgililiğe’ akacak.

“İsteklerim artık tümüyle kişisel. Yapmak istediğim tek şey aşık olmak.”


19 Haziran 2015 Cuma

Dilek sigarası



Sigaraya başlayalı uzun yıllar oldu. sürekli içmemem gerektiğini, bırakmam gerektiğini düşündüren nedenlerim. Bırakamadım. her sigarayı yaktıran bir sebep oldu, her dumanda farklı bir anlam kazandı belkide. Her paketten bir sigarayı ters çevirir dilek sigarası yaparım. Alışkanlıktır başladığımdan beri. Yine bir dilek sigarası daha elimdeydi. İdman çıkışı son sigarama farklı anlamlar yüklemiştim. Dileğimi diledim. Usulca bir köşede sigaramı yaktım. ilk dumanı çekemeden bir yağmur damlası düştü üstüne. söndü. dileğimden vazgeçtim. zaten hiçbir zaman gerçek olmayacağını biliyordum. Sigarayı attım ve yoluma kapşonumu kapatıp devam ettim. Dilek sigarası da sahteydi. Senin gibi. Ne sen gerçek olacaktın nede dileklerim.


16 Haziran 2015 Salı

Yes, it was my way.

Boğazım ağrıyor. 
Sanırım benden beklenmeyecek bir performans sergiledim. 
Ne kadar çok konuştum ve o kadar çok sigara içtim.
Biraz alkol aldım.
 Bu rahatlatıcı bir durum. 
Rahatlamak aslında kolay, tuvalet bunun için var. 
İşemeyi seviyorum. 
Orda burda, ne olduğu, ne de olabildiği şekilde, hece düşmesi gibi sanki, bir anlamı olması gerekirmiş gibi. Tanımadığın bir kızın şiirleri, herhangi birinin bir şeylere tepkisi, o,bu, şu. Bunların boşluğu. Sağlam bir yazı. Elli kuruşluk mesela, bir hiç’e yar olmayan, sana kalan, ne bok olduğu belli olmayan. Çavuş’un azmine benzer, kızın dileklerine. Boşa harcanmış çabaya, kitabın saçma,  kalın, uzun yapraklarına. 
Ceo gibi mesela.
 Anlatımlara, ona, buna ve herhangi bir şeye, yerin sahip olduklarına, sabahın kızıllığında. Onu dinlerken olmaya, içerken anlamaya, farkındalığa, ölümün büyüsüne, güzel bir kızın gözlerine, saçmalıklarına, kısır döngü bir taksiciye ve ayrıca,  ona, buna ve en nihayetinde şuna, ne söylenebileceğini anladığım zaman, bunu kavradığımda. 
O kadının yeni filizlenmiş saf ve sert suratına, belki bir çift laf edebileceğim.
 Bu mümkün. Yes, it was my way.

köpekler her zaman en şanslı olanlardı...

Önemsizdi,  kırılgandı,  düşmüştü.
Soğuktu.
Belki de üşüyordu.
Muhteşem bir arabaydı belki, belki hiç.
Hızlıca kapısını açtı adi herif ve hızlıca çıktı kız dışarı.
O duruyordu, istemsizce bakıyordu.
Bir bulut yükseldi sanki aniden göğe, ne zaman inmişti acaba üstüne?
Öylece baktı  kıza bir zaman ve gitti.
Sevgilisiydi arabadan inen ve daha bir hafta olmuştu ayrılalı, Trabzondu, soğuk ve sessizdi.
Haziranda tatlıydı aslında ama çok zaman kasvetliydi ve köpekler her zaman en şanslı olanlardı…

Belki

Belki bir bütün değildi hiçbir şey, belki erkekler gerçekten ağlamazdı.
Küçük bir çantaydı belki, bilinmez...
İçinde hiçbir umut yoktu belki, belki sımsıkı tuttuğu şey bir saçmalıktı.
Belki siyah ve çelimsizdi.
Soğuktu belki, belki değildi, fersahlarca uzaktı belki kimbilir?
Yazması gerekiyordu belki, belki yazardı, belki saçma, belki aslolandı, belki seviyordu...
Belki duraksamak güzeldi  bazen, yutkunmak belki, yemin etmek güzeldi., belki son olmak...
Belki sevmek güzeldi bazen, belki nedensiz...
Belki parçalanmak gerekiyordu.
Belki durmak,
Belki duruyordu öylece, belki uzaktı.
Belki de korkmuştu, korkmak kolay,
Belki susması gerekiyordu.
Belki, belki sustu...

Bilme...

Hani hiçbir şey yazamazdım, söyleyemezdim ve hatta konuşamazdım bile
Bak işte görüyorsun her şeyi yapabiliyorum. 
Gözlerimi kapattığımda uçtuğumu, 
Uykuya daldığımda, sular altında kalmış tren yollarında yüzdüğümü görebiliyorum.
Geceleri ufka dalıp dakikalarca en sevdiğim şarkıyı dinleyebiliyorum.
Vücudumu titreten rüzgara karşı; 
Kollarımı arkaya sarkıtıyorum,
Başımı havaya kaldırıyorum, gözlerimi kapatıyorum.
Ve doğanın sesine aldırmadan seni düşünebiliyorum...
Tabi bunda doğanın da yardımı olmuyor değil, dolunaydan sızan ışık pırıltısı gözlerimi aydınlatmasaydı  eğer, yıldızların eşşsiz görüntüsü kalbimi kıpırdatmasaydı, ve birde vücudumu titreten rüzgar kulağımla oynamasaydı
Seni düşünebilir miydim bilmiyorum,
Bilmiyorum dinleyebilir miydim şarkımı,
Bilmiyorum, bilmiyorum kapayabilir miydim gözlerimi....

Sen de bilme...