Modern toplumun temelini ve popüler hayatın özünü kitlelerin şiddet yoluyla köleleştirilmesi ve sömürülmesi ilkesi oluşturmaktadır. Böylesi toplumlar varlıklarının açık göstergeleri olan ekonomi, politika ve toplumsal ilişkilere hizmet eden organların, otorite, polis, ordu ve yargı olduğu bir sınıf şiddetine dayanırlar. Bu toplumdaki her şey; tek tek her kurumun yanı sıra, bir bütün olarak devlet sistemi de dahil olmak üzere, kapitalizmin siperinden başka bir şey değildir. Bu siper, kapitalistlerin gözlerinin sürekli işçiler ve fakir halkın üzerinde olduğu, bu toplumun kurumlarını hatta sadece huzurunu bile tehdit eden işçi ve halk hareketlerini bastırmaya tahsis ettikleri güçlerini her zaman hazır bulundurdukları yerdir.
Bu toplumsal sistem aynı zamanda kasıtlı olarak, çalışan kitleleri zihinsel tembellik ve cahillik içinde tutuyor; sistem daha kolay şekilde onlardan çok daha fazla yararlanmak için, kitlelerin ahlaki ve entelektüel düzeylerini yükseltmelerini zor yoluyla engellemektedir. Bu popüler kültürün kendisidir işte.
Modern toplumun gelişmesi, sermayenin teknik evrimi ve politik sistemin mükemmelleştirilmesi, yöneten sınıfın gücünü pekiştirmekte ve bu sınıfa karşı mücadeleyi de daha da zorlaştırmaktadır. Böylece, emeğin özgürleşeceği o kesin anı ertelemektedir.
Modern toplumu tahlil ederek ulaştığımız sonuç şudur ki, kapitalist bir toplumu, özgür bir halk toplumuna dönüştürmenin tek yolu şiddet içeren bir toplumsal devrimdir.
demiryolu serserileri
hayat büsbütün gerçek değildir
18 Ekim 2016 Salı
Barış için savaş
1 Eylül 2016 Perşembe
dünyadan bütün nefretimi aldım
bu sabah sokakta
caddenin sağından yürüyüp
düşündüm kendi kendime
bir hayvan olsaydım
kelaynak kuşu olurdum
bir senede neslimi siker
kayıplara karışırdım
mutfak penceresi olurdum
ocakta yanan çayın
ateşini söndürürdüm
köpek balığı olurdum
kuduzum diye denizden fırlar
kesin kumsalda ölürdüm
ailem burjuva olurdu
ben serseriyim deyip
onları da vururdum
öteki gün isveçte
en uzun gece olur
mum ışığına üflerdim
intihar ederdim
yağmur damlalarına
intihar mektubu yapıştırıp,
içine;
yayınımda ve yapımımda
emeği geçen herkesin
allah bin belasını versin yazardım
caddenin sol tarafına geçtim.
25 Mart 2016 Cuma
neden korkar insan kendisi olmaktan?
neden korkar insan kendisi olmaktan? kendi göreceği şeyden mi korkar yoksa başkalarının göreceğinden mi? sevilmemekten mi korkar yoksa kendini sevmemekten mi? çok mu kötü olurdu öğrenseler kim olduğumu, onlar sıcak yataklarında uyurken neler düşündüğümü, onlar yüzlerini çevirdiklerinde neler yaptığımı? tek bedene iki insanı sıkıştırarak yaşamaktan daha mı kötü olurdu? amatör bir serbest dalgıç gibi sürekli kafamı suyun üstüne çıkarmak, patlar gibi yaşayabilmek kendini kısıtlı zamanlarda daha mı güzel? neden çıkmıştık bu yola? en fazla verim için değil miydi her şey? seçim yapmak zorunda kalmadan hem onun hem bunun tadına varmak ne güzeldi aslında başta. belki de dengeye oturta bilmekti önemli olan. ama gel gelelim eninde sonunda bir tarafa daha çok kum düşüyor, bir taraf daha ağır oluyor ne yapsam. sonra ihmal ettiğin, okşayıp gönlünü almadığın tarafın bir sirk aslanı gibi kafesinde volta atmaya başlıyor. voltalar hiç bitmiyor. voltalar bitmedikçe kırbaçlarla şekillenmiş eğitim buhar oluyor uçup gidiyor. geriye parmaklıkların arasındaki bir hayvan kalıyor sadece...o demir çubuklardaki en küçük zayıflığı arayan bir hayvan...nereden nereye değil mi? basit sıradan bir korkak iken, vahşi bir hayvan oluveriyor insan, ne garip.