18 Ekim 2016 Salı

Barış için savaş

Modern toplumun temelini ve popüler hayatın özünü kitlelerin şiddet yoluyla köleleştirilmesi ve sömürülmesi ilkesi oluşturmaktadır. Böylesi toplumlar varlıklarının açık göstergeleri olan ekonomi, politika ve toplumsal ilişkilere hizmet eden organların, otorite, polis, ordu ve yargı olduğu bir sınıf şiddetine dayanırlar. Bu toplumdaki her şey; tek tek her kurumun yanı sıra, bir bütün olarak devlet sistemi de dahil olmak üzere, kapitalizmin siperinden başka bir şey değildir. Bu siper, kapitalistlerin gözlerinin sürekli işçiler ve fakir halkın üzerinde olduğu, bu toplumun kurumlarını hatta sadece huzurunu bile tehdit eden işçi ve halk hareketlerini bastırmaya tahsis ettikleri güçlerini her zaman hazır bulundurdukları yerdir.

Bu toplumsal sistem aynı zamanda kasıtlı olarak, çalışan kitleleri zihinsel tembellik ve cahillik içinde tutuyor; sistem daha kolay şekilde onlardan çok daha fazla yararlanmak için, kitlelerin ahlaki ve entelektüel düzeylerini yükseltmelerini zor yoluyla engellemektedir. Bu popüler kültürün kendisidir işte.

Modern toplumun gelişmesi, sermayenin teknik evrimi ve politik sistemin mükemmelleştirilmesi, yöneten sınıfın gücünü pekiştirmekte ve bu sınıfa karşı mücadeleyi de daha da zorlaştırmaktadır. Böylece, emeğin özgürleşeceği o kesin anı ertelemektedir.

Modern toplumu tahlil ederek ulaştığımız sonuç şudur ki, kapitalist bir toplumu, özgür bir halk toplumuna dönüştürmenin tek yolu şiddet içeren bir toplumsal devrimdir.


1 Eylül 2016 Perşembe

dünyadan bütün nefretimi aldım

dünyadan bütün nefretimi aldım
bu sabah sokakta
caddenin sağından yürüyüp
düşündüm kendi kendime

dedim ki;
bir hayvan olsaydım 
kelaynak kuşu olurdum
bir senede neslimi siker
kayıplara karışırdım

bir pencere olsam
mutfak penceresi olurdum
ocakta yanan çayın
ateşini söndürürdüm

bir balık olsam 
köpek balığı olurdum
kuduzum diye denizden fırlar
kesin kumsalda ölürdüm

bir serseri olsaydım
ailem burjuva olurdu
ben serseriyim deyip
onları da vururdum

bir gün sabah olsam
öteki gün isveçte 
en uzun gece olur
mum ışığına üflerdim

bir tanrı olsam
intihar ederdim
yağmur damlalarına
intihar mektubu yapıştırıp,
içine;
yayınımda ve yapımımda
emeği geçen herkesin
allah bin belasını versin yazardım

sonra düşünmekten vazgeçip 
caddenin sol tarafına geçtim.

25 Mart 2016 Cuma

neden korkar insan kendisi olmaktan?

neden korkar insan kendisi olmaktan? kendi göreceği şeyden mi korkar yoksa başkalarının göreceğinden mi? sevilmemekten mi korkar yoksa kendini sevmemekten mi? çok mu kötü olurdu öğrenseler kim olduğumu, onlar sıcak yataklarında uyurken neler düşündüğümü, onlar yüzlerini çevirdiklerinde neler yaptığımı? tek bedene iki insanı sıkıştırarak yaşamaktan daha mı kötü olurdu? amatör bir serbest dalgıç gibi sürekli kafamı suyun üstüne çıkarmak, patlar gibi yaşayabilmek kendini kısıtlı zamanlarda daha mı güzel? neden çıkmıştık bu yola? en fazla verim için değil miydi her şey? seçim yapmak zorunda kalmadan hem onun hem bunun tadına varmak ne güzeldi aslında başta. belki de dengeye oturta bilmekti önemli olan. ama gel gelelim eninde sonunda bir tarafa daha çok kum düşüyor, bir taraf daha ağır oluyor ne yapsam. sonra ihmal ettiğin, okşayıp gönlünü almadığın tarafın bir sirk aslanı gibi kafesinde volta atmaya başlıyor. voltalar hiç bitmiyor. voltalar bitmedikçe kırbaçlarla şekillenmiş eğitim buhar oluyor uçup gidiyor. geriye parmaklıkların arasındaki bir hayvan kalıyor sadece...o demir çubuklardaki en küçük zayıflığı arayan bir hayvan...nereden nereye değil mi? basit sıradan bir korkak iken, vahşi bir hayvan oluveriyor insan, ne garip.


1 Ekim 2015 Perşembe

Güzel Olan Her Kız


Elinde tuttuğu ütünün çıkardığı buharlar arasında kaybolup, bulunduğu mekândan yavaş yavaş uzaklaşırken, dikiş makinelerinin çıkardığı sesler onu tekrar getirip götürüyordu. Arada bir önüne birkaç kumaş pantolon koyuyorlar o da pantolonların paçalarını ütüleyip geri gönderiyordu. Diğer çalışanlar ilk zamanlar çocuğun bu durgunluğuna anlam veremiyorlarken sonralarda alışmışlardı. Çocuk da daha rahat dalıp gitmişti alışılınca.
Önüne bir okul pantolonu daha geldi. Onunda paçalarına doğru yöneldi tam ütüyü basacakken pantolonun rengine dikkat etti, alıştığı renklerin çok dışındaydı, hoşuna gitti. Biraz seyretti pantolonu sonra paçalarını ütülemeye başladı. Pantolonun üstünden kalkan buhar her seferinde bunu giyecek insanın siluetini biraz daha oraya getiriyordu san ki, onu daha iyi görebilmek için buharı artırdı da artırdı. Kızın silueti belirdikçe çocuğun ve odadaki her şeyin üstünde ki sıkkınlık, bunaltı buharla beraber dalgalanıyor, bulanıklaşıyor ardından kayboluyordu. Artık buhar üstündeki pencereden dışarıya doğru, bir sigaranın dumanını andırarak, sızmaya başlamıştı.. Kızın yüzü de binlerce poz halinde dışarıya dağılıyordu. Ütü işi bitince pantolonu biraz daha seyredip kenara koydu. Pantolonu bırakmasıyla birlikte zaman durur gibi oldu ve her şeyin eski sıkıcılığı geri geldi. Bir süre sonra pantolonun sahibi geldi, pantolona doğru uzanınca yüzüne baktı, gerçekten oydu, buharın getirdiği kızın aynısıydı. Kız teşekkür edip çıktı.
Kız sokağa çıktığı gibi yüzündeki, yapmacık olmasına rağmen çok güzel olan, gülüş kayboldu. Yerini ciddiyetten çok hüzün ve sıkkınlık aldı. Biraz yürüdükten sonra sokaktan geçen her erkeğin ona doğru baktığını fark etti. İlk önce üstünde komik ya da dikkat çeken bir şey mi var diye kontrol etti ama hiçbir şey bulamadı. Sonra da bir takım başka şeyler düşündü ve eve doğru tedirgin adımlar attı.
Sabah olduğunda pantolonu denedi, aynada kendine bakarken sol bacağında yırtık olduğunu fark etti. Geri götürecekti ama dışarıda çok yağmur vardı, bir sonraki gün götürmeye karar verdi.
Buharlı ütü elinde o kızı düşünürken bir yandan da ziyarete gelen arkadaşının anlattığı şeyi dinliyordu. Bir kızdan bahsediyordu, kız çok güzeldi, çok ayrıydı… Derken kızın fotoğrafını gösterdi. Kız pantolonun sahibiydi. Bir şey demedi ama derinde yüzen bir kıskançlık belli etti kendini. Tam muhabbete devam ederken içeriye o kız girdi. Ütücü çocuk kıpkırmızı oldu, bir yandan kızın şikâyetini dinliyor, bir yandan da arkadaşının  elindeki fotoğrafa bakmaya çalışıyordu. Şüphesiz aynı kızdı fotoğraftakiyle.
Kız çıktıktan sonra dönüp arkadaşına “Olum gösterdiğin kız az önce gelen kız değil miydi?” diye sordu. Çocuk hayır anlamında başını salladı. Şaşırdı ama sesini çıkartmadı. Mesaisi bitince sokağa çıktı, evine doğru gidiyordu ama yolu uzatmıştı. Kızı ve fotoğrafı düşünüyordu. Derken önüne sanat sokağında yıllardır portre çizen Yüksel abinin yeri çıktı. Küçüklüğünden beri oradaki portreleri incelerdi. Yine baktı. Baktığı gibi de dondu kaldı. Bu o kızdı. Kız da illaki geçerdi buradan ve bunu görürdü ama göremeye de bilirdi. Resmi satın aldı. Sabah dükkâna götürdü.
Kız o sabah yeni pantolonu almaya gelecekti. Geldi de. Kıza hemen resmi gösterdi ve “bu siz değil misiniz?” dedi. Kız “evet benim, nerden buldunuz bunu?” diye sordu. Çocukta dünkü fotoğrafı, bu resmi anlattı. Kız şaşırdı. Dışarı çıktılar beraber etrafa bakınca fotoğrafçıların raflarında, reklam tabelalarında, sağda solda, her yerde kızın kendisi vardı. İkisi de şok oldu. Çocuk ne olduğunu anlamıştı.
Kızın siluetini getiren buhar tüm şehre dağılmış sonra yağmur olup yağmıştı. Az da olsa sevilen bütün kadınlar ona dönüşmeye başlamıştı. Her yerde ondan vardı. Bütün erkekler onun görüntüsüne aşıktı ama kimse bütün kızların birbirine ve hepsinin de güzel gülüşlü kıza benzediğinin farkında değildi, ütücü çocuk ve kız dışında.
Ütücü çocuk olanların hepsi yüzünden özür diledi. Kız ise hala bunun gerçek olabileceğine inanmıyordu. Ütücü çocuk kıza âşık olduğunu anlattı. Kız hiçbir şey söyleyemedi, hatta kızgındı. Günler günler boyunca çocuk kızın yanına gitti geldi, onunla olmak istediğini söyledi, şiirler şarkılar okudu ama nafile, hiçbir işe yaramadı.  Çocuğun umudu kırıldı. Başka bir kızla ilgilenmeye çalıştı, sonra fark etti ki güzel olan her kız ona benziyordu. O da bir kız buldu ve güzel gülüşlü kıza benzetti.
Herkesin ona benzemesiyle iyice insanlardan uzaklaşan güzel gülüşlü kız, ütücü çocuk da gidince yapayalnız kaldı. Ütücü çocuğu özlediğini fark etti. Onu bulmak istedi ama yanına gitse bile sokaktaki herhangi bir kız değil de kendisi olduğunu nasıl kanıtlayacağını bulamadı, vazgeçti. Şehirdeki yağmur hiç bitmedi, o da evden hiç çıkmadı. Yedinci gece de daha önce ağladığından da çok ağladı, o gece ütücü çocukta tamamen unuttu onu, her yerde o kadar çok güzel gülen kızdan vardı ki, sanki o pantolonu almaya gelen kız hiç yoktu, hiç olmamıştı. Tam bunları düşündüğü sırada güzel gülen kız buhar olup havaya karışmaya başladı. Elleri, ayakları, bacakları, gövdesi, boynu derken güzel gülüşüne kadar her şeyiyle buhar olup dağıldı. İşte o an yağmur kesildi, işte o esnada güzel gülen kızın silueti aynı mazgallara akan yağmur sularının kaldırımları terk edişi gibi güzel olan her kızı terk etti. Şehrin tüm erkekleri ağladı.
Asım Enes Eraydın

  

19 Eylül 2015 Cumartesi

yüzüne çöken akşamüstünün içerdiği ayrılık



daha görüşemeyiz dediğinde
çıkardığım bütün gühanların ağırlığı bindi üstüme
arkama bakamadım sen de bakmamışsındır diye

hep iyi bi kızdın öyle de kalacaksın
yasak meyveyi sadece bi elma sanacaksın

o kadar azdı ki günahlarını hassas teraziyle tartardı
o gün kızların elinde biskremler vardı
insanlar azaldı
sokaklar boşaldı
o gece ışıklar bize kadar yanardı
sonra zaten söndüler ya da eril kişi karardı

bir denizi yarsan ortadan
tutsan elimden beraber geçsek
takım ruhuyla beraber secdeler etsek
maç bitmeden gitmesen
doktor eve girse kredi çekmeden
omuzlarıma kendi ağırlığını koysan
başka yükler çekmesem

gökten taşlar da kafamıza yağardı
içlerinden yağmur seçmek senin üstüne kaldı
saçların ayrılıklar kadar vardı
sen dilek tut diye yıldızlar kayardı
dileklerin hep ayrılıklar kurardı

Uçaklar uçunca sen demeye başladım
boş vakitlerimde güzel günlerimi sayardım
sonra o günler bir uçağa biner
hep beraber giderler
geri gelmeyecekler
görmek istediğim yüzler beni görmeyecekler
daha da kötüsü sevgilim görmek istemeyecekler
o rus tarafından döşenmiş taşlı yol
boztepe ve aydınlıkevler
dolmuşları
turuncu sokak lambaları
sırtında çantan
çantanın içinde ekmek
ne iğrenç bi şey göz göze bakıp gülmemek
uçurumlara arabalar sürüldü
masum insanlar can verdi
bedenin bana iyilik etmek isteyen bi neferdi
oysa ben, beni sev de sarıl isterdim
bi yere gidilmek gerektiğinde
sen uçakla gitmeyi seçerdin
bense hep senle gitmeyi

Asım Enes Eraydın 










8 Eylül 2015 Salı

gözlerinin en az birinden dökülen damlalar



gözleriyle hüzünle kadına doğru baktığında
sadece bir kadın buldu
"kulp" gibi laflar söyleyecekti
nutku tutuldu
gökten üç elma düştüğünde 
iki kişi huzur doldu
üçüncü elmayı tutan kişi
yerçekimi kanununu ortaya koydu

işler karışınca sana sarılırsam
birbirine dolaşan kollar olur
ve yüzüme güldüğünde
işler çözülür sandım
o boş sokaktan bana baktığın sahne
yüzünden
filmi hep geri sardım
bir yola çıkarsın
yol altından akıp gider
beni de yok eder
arkana baktığında göremezsin
bi papatya bulsan saçında
göğe bakıp gülümsersin
işte sana böyle iletmiş olurum sevdiğimi
papatyaları ezme, çünkü çok güzelsin

kaldırım taşlarını sökün kalbimden
herkes geçmesin
her zaman güzel bir anne ismidir "esin"
tanıdığın tüm erkekler sana gül desin
tufan çıkar, herkes boğulur su üstünde kalırsan
"Eureka" dersin

şimdi hızla geçsin arabalar kırmızı ışıkta
çocuklar ezilir o taraftan bakınca
Gözlerinden süzülen yaşlar tufanlar çıkarsın
nuhlar gemilerine çocukları da alsın
sesler duyulmasın, dönüş dursun bi an
bana doğru bak hava kararsın
eğer ağlarsan saçlarını yanlara doğru tararsın
ağlamanı istemem ama insansın
seni seviyorum böyle denilir
fransızcalar batsın




5 Eylül 2015 Cumartesi

Ayıp Ediyorsun Güzelim, Ben Savaş Yanlısı Değilim

Yere döşenen taşlarımın hesabını kimler verecek merak ediyorum. Oluruna bırakınca zaten yıldızlar da kayıyor, insanlar bir dilek tutuyor ve umut ediyorlar. Çöplüklerde yaşayan insanları hatırlayınca şükrediyor, üzgün hissediyor ve sokağa düşüyorum. Bir sokak lambası misali geceleri parlarken, sabahları insanlar varlığımı bile hissetmiyor. Bu saatlerde bir filozof, sabahları ise uyuyan bir politikacı. İki taraf için de gereksiz ve bir o kadar da zenginim, hiç de öyle değil.

Sanmayın ki balon satıcıları gibi neşeliyimdir gerçek hayatta, siner bir köşeye gizlice seyrederim fark edilmeyen yaşantıları. Müzik sesleri yükselirken karanlığın içinden "Az temiz çal şu koyduğumun gitarını!" diye seslenen sanat katili de benim, özledin mi canım? Özlediysen kapıya üç kere hafifçe tıklat, evde yoksam kapıya bir not değil de rujunun izini bırak. Anlarım ben senin olduğunu, en yakın zamanda arar halini hatırını sorarım, insanlık ölmedi ya! Cinsel ve dürzü duygularımdan arındım, hedefim nirvana veya hacılık mertebesi değil bak yanlış anlama. Sadece seni cinsel obje olarak görmediğimi anla tatlım, kadınlar kutsaldır.

Üstünde "60 Km" yazan tabelalara benzetiyorum artık kendimi. Gidenlere tavsiye verirken öylece oturuyorum yerimde, bakarsan mutsuz da değilim. Güneşte yaşanan onca patlamaya biraz duyarlı ol sevgilim, ayıp ediyorsun gerçekten. Ümitsizlik falan da olmasın içinde, insanoğlu yakında uzayı da hissedecek! 

Savaşlar son bulmayacak, birkaç dönüm arazi için her daim çoğu insanın ölmesi gerek. Silah tutkunu olmasak da hep tek tabanca yaşamadık mı ikimiz de? Biliyorum, anlaşılması güç cümlelerim var. Dolapta da istersen dondurduğum börek var. Çözeriz buzlarını, yanına da iki çay demleriz. Vaktimiz ve uykumuz kalırsa üç beş dakika oynaşıp sevişiriz. Uykuya dalarken çıkarttığın garip seslere de aşık olurum ben. Yaşasın tam bağımsız, hürriyetine ve şerefine sahip çıkan, modern sosyalizm öncüsü ve güzel kadınlar! 

Aziziyi